SORULARIMIZ, SORUNLARIMIZ VE PUSULAMIZ

Yayınlama: 05.01.2024
A+
A-
Tarihçi - Yazar

Bugün yaşadığımız çağı nasıl okuyoruz? Mensubu olduğumuz toplumun meselelerine ne derece vakıfız? Geçmişin tecrübe ve birikimleri geleceğe dair yolumuzu aydınlatıyor mu? Milleti parçalayan, arasına tefrika sokan zararlı düşüncelerin ve cereyanların farkında mıyız? Soruların ardı arkası kesilmiyor çünkü soru sormak da bir sanattır ve öğrenmenin önkoşuludur. Doğru soru hem düşündürür hem de bilgiyi beraberinde getirir.

Sorunlarımız var ve giderek büyüyor. Toplum olarak ayrışma ve parçalanma tehdidi ile karşı karşıyayız. İçtimai hayatımızın fay hatları gergin ve patlamaya hazır enerji ile yüklü… Böyle zamanlarda en ihtiyaç duyacağımız şey öncelikle aklıselim davranabilmektir. Bir takım karanlık mihrakların fay hatlarımız üzerinde muhtemel yıkıcı bir depremi tetikleyecek kışkırtmalar ve tahrikler yapması her dönem gördüğümüz hareketlerdir. Bize düşen geçmiş tecrübelerimizden ders alarak yaramızı kaşıyan ve ülkemizi kargaşaya sürüklemek isteyen bu zümrelere fırsat vermememiz gerekmektedir.

Hâlbuki milletimizi bu tür kırılma anlarından selamete çıkaracak çok mühim şahsiyetlere ve tecrübelere sahiptir. Böyle zamanlarda hele ki toplumu alakadar eden sorunlar yumağında ses bayrağımız Türkçe ’ye her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyarız. Birbirimizi anlayabilmek için anlaşılır bir lisan ile konuşmak ve gönül kulağı ile dinlemek gerekmektedir. Misal bu hususta Türkçe söylemeyi ustaca ifa eden Yunus’un diliyle konuşmak bizleri daha anlaşılır kılacaktır. Sevginin ve hoşgörünün merkezi olan Mevlana gibi sevmek de yine böyle zamanlarda bizleri hatadan salim kılacak bir pusula olacaktır. Karacaoğlan’ın sazı ile dağılması hedeflenen milli birlik kuvvetlenecek ve kültürel değerlerine sarılarak daha derin kök salacaktır.

Nihayetinde nevzuhûr bir millet değiliz. Türk milleti binlerce yıllık kadim mazisiyle nice hengâmeler, zorluklar, çileler geçirerek bugünlere gelmiştir. Bugünlere gelirken de nice devletler kurmuş, devletler yıkılmış; göçler, sürgünler, zaferler ve seferler ile dünyanın en geniş coğrafyasına hükümran bir millet haline gelmiştir. Böyle zengin bir mazinin yaşanmışlıklarının topluma vereceği güven duygusunu tahayyül edebiliyor musunuz? Mesela bir ferdin; hayatın sillesini yemiş, yıkılmış doğrulmuş; düşmüş fakat kalkmış birçok hayaline ulaşmış, dibi gördüğü gibi zirveyi de görmüş bir atasının, babasının, büyüğünün olması ona nasıl bir ruh ve güven verir? O, her yeni sorunda o sorunların içinden geçmiş büyüklerinin telkin ve tavsiyeleri ve çağın gereklerini akıl, mantık ve irfanın terkibiyle aşmaz mı? Elbette böyle fertler hayata birkaç adım önde başlamaktadır. İşte milletimiz de geçmişte ki yaşanmışlıkları, tecrübeleri ve bunların yekûnu olan irfanıyla milletin bugün ki fertlerine büyük bir miras bırakmıştır.

Yaşadığımız sorunlar/meseleler bundan önce de farklı formlarda karşılaştığımız aşina olduğumuz meseleler… Benzer tuzaklara tekrar tekrar düşerek aynı acıları yaşamaktan bizleri men edecek yegâne şey kadim irfanımız ve töremizdir. Sorunlarımızın adedi bu sütunlara sığmayacak kadar çok olsa da, onların çözümü de tarihi sicilimizde yatmaktadır. Birlikte yaşama kültürünün en muhteşem örneği olan Anadolu coğrafyasında bizi birbirimizden ayıracak, koparacak ve muhasım unsurlar haline getirecek harici bir güç henüz yaratılmamıştır. Fakat bu durum böyle bir gücün var olmayacağı anlamına da gelmez. Nice milletleri, toplumları çürüten, kurutan ve yıkan güçlü bir virüs vardır ki o bünyenin içine yuvalanır ve bünyeyi içerden teslim alır. Bu güç; fitnedir, fesattır, nifaktır. Öyleyse bu virüse yani nifaklara, fesatlara ve tefrikalara karşı milli şuurumuz açık olacağız.

Bu fitneyi varlığı ile kurutacak yokluğu ile tutuşturacak en mühim mefhum adalettir. Adalet mülkün temeli, cemiyetin manevi harcıdır. Adalet, hayatımızdaki pek çok sorunun temel kaynağıdır. Varlığı toplumları birbirine kenetler yokluğu ise her türlü sosyal çatışma ve kargaşaya neden olur. Türk irfanına ve töresine baktığımızda adaletin mahiyeti derindir, adalet hayat kaynağımız olduğu gibi milli ülkümüzün de gayesidir. Türk, O’nun için yaşar. O’nun için ölür. Türk’ün Cihan hâkimiyeti mefkûresinin temeli milli gurur ve hamaset değildir. Türk’ün cihan hâkimiyeti mefkuresinin özü ilahi bir buyruktan gelir ve yeryüzüne adaleti tevzi etmek, onu hâkim kılmak şeklinde vücut bulur. Şu zamana dek Türk’ün maşeri vicdanında ve milli irfanında adalet mefhumunun üstünde, ondan daha mühim ve faziletli bir mefhum, umde ve ilke görülmemiştir.

Milletin kökleşmeye başlayan sorunlarının bir diğer adı da siyasettir. Siyasetin millete hizmet yolunda bir vasıta olduğunu söyler ve kabul ederiz. Lakin o mecrada ki müfrit sözler ve davranışlar, varlığı gayeden ayırıp yukarıda tehlikesine dikkat çektiğimiz dâhili virüse hizmete dönüşebilir. Şunu kabul edelim ki içeride farklı fikirler ve düşüncelerden dolayı cephelere bölünmüş bir millet dışarıya yani muhasım unsurlara karşı tek cephede yani vatan cephesinde birleşemiyorsa, o milletin salasının okunması yakındır. Siyaset yaparken ayrışabiliriz fakat bu daha iyi hizmet etmekten öte bir ayrışma olmamalıdır.

Zor günlerden çıkış pusulamız belli… Türk milleti bu badireleri daha önce de gördü ve hasar alarak da olsa atlattı bugünlere geldi. Bugün ki sosyal sorunlarımızı da aşacağız. Ama önce adaleti vicdanlarımızda en üst değer kılarak, aklımızı selim bir akıl ile donatarak, sevgimizi Mevlanaca bir sevgi ile göstererek, sazımızı Karacaoğlanca bir saz ile besteleyerek sözümüzü Yunusça bir ruh ile süsleyerek bu netameli günleri geride bırakacağız.

Sorularımız ve sorunlarımız çetin, tarihi sicilimiz ve pusulamız ise metindir.

Yarınlara iftiraka düşmüş bir şekilde değil ittihad etmiş bir millet olarak koşacağız.

Allah Türk milletini korusun.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.