HÂKİMİYET BİLA KAYDU ŞART MİLLETİNDİR

Yayınlama: 20.02.2024
A+
A-
Tarihçi - Yazar

Türk milleti tarihin her safhasında var olmuş, varlığını mutlaka bir devlet ile perçinlemiş, istikrar ve ittihadını milli hasletleri, kültürü ve seciyesi ile asırlara taşımıştır. Dünya sistemi içinde hanedanlıkların yaygın olduğu zamanlarda Türkler de kurucu Başbuğlarının adını devletlerine vermiş, onun beyliği altında milli birlik ve beraberliklerini muhafaza etmişlerdir. Vatan toprakları kurucu Başbuğun ve ardından gelen aile efradının ortak malı olarak kabul edilirken; milletin birliği, vatanın bütünlüğü, devletin varlığı padişah/ hükümdarın şahsında temsil edilmiştir. Bu saydığımız kudret ve imtiyaz ile sultanın/ hükümdarın adı birleştirici, kaynaştırıcı bir asabiye halinde uzun yıllar millet fertlerine istinatgâh olmuştur.

Osmanlı Devleti’de 624 yıllık hâkimiyet devri ile Türk tarihinin en uzun ömürlü ve en muhteşem devleti olmakla beraber Osmanlı hanedanı da fasılasız en uzun ömürlü Türk hanedanı olarak tarihe geçmiştir. Şu bir gerçektir ki devletler de insanlar gibi doğar, yaşar ve ölürler. Her ölüm yeni bir doğuş ve dirilişin de müjdecisidir. Osmanlı Devleti 1877-78 Rus Harbinde aldığı darbe ile dizleri üzerine çökmüş ağır yaralı bir devlet idi. Aradan geçen yıllarda sürekli toprak kayıpları ile yara daha da ağırlaştı. (Bu toprak kayıplarına Abdülhamid Han dönemi de dâhildir.) 1912 Balkan Harbi ile ağır yaralı olan devletin şah damarına kılıç değdi. Eli ve kolu vücuttan ayrıldı. En mamur toprakları elden çıktı. Bir Avrupa devleti olarak kökleşen Osmanlı Devleti Avrupa’dan sökülüp atıldı. Devlet artık son nefesini veriyor can çekişiyor ölümün kıyısında çırpınıyordu. Balkan savaşı sonunda uzuvları koparılan, elsiz, kolsuz kalan Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşıyla varlığına kastedenlere karşı bütün kuvvetiyle son hamlelerini yaptıysa da mevcudu iyileştirecek, tedavi edecek fiziki ve fiili başarıya ulaşamayıp ağır bir mağlubiyetle fişi çekildi. Dayatılan Sevr Muahedesi ile Türklere hem istiklalden mahrum bir hayat dayatıldı hem de vatan toprakları işgal ve istilaya uğrayarak payimal edildi.

Asırlar boyu fedakârca ve hamiyetle devletin asker yükünü çeken Türkler, mütareke yıllarında Osmanlı vatandaşı olan diğer unsurların hususiyetle gayrimüslimlerin içerinden ihanetlerine ve saldırılarına maruz kaldı. Hanelere girildi, kadınların ırzına geçildi, mallar gaspa uğradı. Köyler yakıldı ve yıkıldı. Harap ve bitap halde fakr u zaruret içinde yaşamaya çalışan Türk milleti, her zaman her daim sarıldığı ve padişahın şahsında yaşattığı güven, itimat ve sadakat hislerini çaresiz bir yalnızlığın pençesinde kalarak kaybetti. Türk milleti içine düştüğü bu girdaptan çıkışın, karanlığında kaybolduğu bu zindandan kurtuluşun, işgalin pençesinde ve düşmanın namluları altında esir olan padişahtan beklenmeyeceğine kani olduktan sonra inisiyatif ve mesuliyet alarak duruma el koymuş, namusu bildiği tüfeğini alıp dağa çıkarak Kuvayı Milliye’yi vücuda getirmiştir.

Halkın milli seciyesi ile başlattığı bu şanlı mücadele kısa zaman içinde onu kumanda edecek, düzene ve nizama kavuşturacak asil ve cesur kumandanını da bulmuş, Mustafa Kemal Paşa Samsun’dan başlattığı yürüyüşünü Anadolu içlerine yayarak halkı direnişe ve istiklal mücadelesine davet ederek örgütlemiştir. Ve nihayet bu kutlu yürüyüş Ankara’da milli meclisin açılmasıyla mukadderatını tek bir şahsa değil milletin vicdanının sesi olan meclise yani milletin kendisine emanet etmiştir. Millet temsil salahiyetini ve hâkimiyet nişanını altı yüz yıl emanet olarak verdiği padişahtan uhdesine almış ve bu hususta hâkimiyetin kayıtsız ve şartsız mümessili olarak maşeri vicdanını ve meclisin şahsı manevisini ilan etmiştir. İşte bu tarihten itibaren Türk’ün tarihinde hanedanlık devri kapanmıştır. 600 küsur yıl milletin namına “EMANETEN” taşıdıkları salahiyet, milletin irfan ve vicdanına rücu etmiş devri saltanat fiilen ortadan kaldırılmıştır. 1922 yılında da resmen kaldırılmasıyla süreç fiiliyattan resmiyete kavuşmuştur. Devletin rejiminin değişmesiyle yeni bir sayfa açılmış Türkiye Cumhuriyeti adıyla yıkık bir enkazdan hür ve müstakil bir devlet olarak çıkılmıştır. 600 yıllık serüvende devletin devamlılığı için padişah namına sürekli fedakârlık yapan Türk milleti olmuştu. O istedi asker oldu, o istedi nefer oldu, o istedi kapıkulu oldu. Hatta bu uzun imparatorluk devrinde Türk dışında herkes abad olurken sadece Türk bedel ödeyen oldu. Tarih huzurunda fedakârlık sırası milletten padişah ve ailesine gelmişti. Devletin devamı için, rejimin sağlam temeller üzerine oturması herhangi bir zafiyet ile karşı karşıya kalınmaması için, yönetim ve idarede ikilik yaşanmaması için hanedan mensuplarının yurttan çıkarılmaları yönünde karar alındı. Bu durumu devletin bekası açısından ele alırsak karar tartışmaya kapalıdır. Gereken yapılmıştır. Nasıl ki Fatih’in kardeş katli meselesinde verdiği hüküm umumun menfaati olarak yorumlanıyorsa, hanedanın yurt dışına çıkarılması meselesinde de umumun menfaati ve devletin varlığı düşünülmüştür ve öyle yorumlanmalıdır. Meseleyi insani ve vicdani olarak ele alırsak herkes eteğindeki taşları dökebilir, orası ayrı bir alan onu da tartışabiliriz.

Fakat şu var ki devletin duraklama ve gerileme dönemlerinde kaybedilen her vatan toprağında sırtında yavrusu, elinde kurtarabildiği birkaç tabak ve çanağı meçhule doğru yola çıkan milyonlarca Türk’ün çektiğinin yanında padişah ve torunlarının yaşadığı bir hiçtir. Bu hususta trajedi olarak millete anlatılacak bir şey varsa o da Türk milletinin yaşadığı acı ve elem verici hadiselerdir. Birilerinin durumu ajite ederek kaşıması Osmanlı Devleti’ni çok sevdiklerinden değildir. Onlar Osmanlı mukaddesimiz üzerinden prim yapmak, şöhret elde etmek gayesine bağlıdırlar. Ve Türk milletine özellikle İslam maskesi ile düşmandırlar.

Şu da bir gerçektir ki, Osmanlı, Cumhuriyet, İslam, Atatürk gibi değerlerimiz hepimizin müşterek kıymetleridir. Bu kavramlar üzerinden yapılacak bir ayrışma ve ötekileştirmenin hiç kimseye bir faydası yoktur.

Bir parantezde Selanik üzerine açayım. Selanik, Türklüğün en mümtaz ve muhteşem eserlerinden biridir. Atatürk’ün doğup büyüdüğü milyonlarca Türk’ün asırlar boyunca milli kimlikleriyle damgasını vurduğu eşsiz bir vatan toprağıdır. Oranın sakinleri de Anadolu’dan bölgeye yerleştirilen Yörük aşiretleridir. Öz ve öz Türk evlatlarıdır. Bunu o iflah olmaz kafanıza sokun.

Baki selam ederim.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.